Yangın


-Bu dünyada yolunda gitmeyen bir şeyler var, hissediyorum, kokusunu alıyorum, akortsuz çığlıklar acıtıyor kulaklarımı. Yerin dibinden ve gökten korkunç bağırışmalar duyuyorum, çarkların altında ezilen milyarlarca yaratık, fiziken ve kalben eziyet çekiyorlar. Her "daha fazla dayanamayacağız artık" dediklerinde onlardan üreyen milyonlarcası sırada bekliyor, değişen bir şey yok. Hiçbir şey daha iyi olmayacak biliyorum fakat anlatamıyorum, biliyorum duyamayacaklar. Ezilmiş yığınlar her biri birbirinin üstüne, arada kollar, bacaklar çıkıyor. Tüm yaratılış et yığını olma çabası gözümde.

Annemi sessizce dinledim. Bu hallerine alışmış olmam gerekirdi şimdiye kadar, ama her seferinde tüylerimin diken diken olmasına engel olamıyorum. 40 yaşındayım, 40 ve bu yaşıma kadar öğrendiğim yegane şey; hiçbir şey beni şaşırtamaz artık dediğimde hayatın karşıma beni şaşırtacak yeni yeni şeylerle çıkıyor olması. Annemim durumu daha da ağırlaşamaz artık demiştim, daha kötüsü olamaz ama gözümün önünde gün geçtikçe kötüleşiyor.

Ben beş yaşımdan beri böyle annem, ikinci çocuğunu kaybettiğinden beri ya da daha doğrusu hastanede çalındığından beri. Hayal meyal hatırlıyorum, annem hamileyken evin içindeki neşeyi, babam oğlum olacak diyordu oğlum, annem gururlu, erkek çocuğun neden bu kadar sevindirici olduğunu anlamamış olsam da onları öyle görmek beni de çok mutlu ediyordu. Babaannem ve anneannem de çok sık gelirlerdi ziyarete, ara ara tatsızlıklar yaşansa da ikisinin de ilk erkek torunu olacağından, hemen toparlarlardı durumu.

Doğum gününün ertesi günü her şey bitti. Kurulan hayaller gitti, canlarından can gitti, ömürlerinden ömür gitti. Bir günde annemin saçları ağardı, babam ise kaçtı evden, kendi acısından mı kaçtı, annemin acısına dayanamayacağından mı kaçtı bilmiyorum, tek bildiğim artık bir babamın olmadığı annemin ise sadece bedenen var olduğu. Ben orada oraya çanta gibi taşındım ve belki de,- ki hissettiklerim o yönde-, sırf zorunluluktan yüklendiler beni anneannem ve babaannem. Annem tamamen farklı bir dünyadaydı artık, gözleri beni tanımıyor gibiydi, anne anne diye hıçkırıklarla boynuna atıldığım çok oldu, gözlerinde soğuk bakışlarla geri itti beni. Dünyanın en yalnız ve kimbilir belki de bahtsız çocuğu ben olmalıydım. Genel olarak içimde bir tiksinti birikti hayata karşı diyelim fakat bundan çok çok daha büyük bir depresyon bu.

Şu anda karşımda ve onun beni hala tanımadığını biliyorum. Bakıcısıyla babasından kalan bu evde yaşıyor. Benim ona karşı yapabileceğim bir şey yok, okuyucuya göre bu hareketim gaddar gibi görünse de, iyice düşünseler neler çektiğimi çocukluğum boyunca, annemi neden sadece özel günlerde ziyaret ettiğimi anlayacaklardır ve belki de sırf onlar yüzünden hayatımda çocuk istemeyişimin altında yatan sebebi.

Bu güzel mayıs günü, ben 40 yıldır yalnız olan ve şu an annesinin yanında daha da yalnızlaşan ben, anlamaya çalışıyorum dediklerini. Gözüm arada bir parlak koyu mavi denize dalıyor, çocuk sesleri ve kahkahalar geliyor kulağıma ve aklım fersaf fersah düşünce deryalarına dalmış olarak içimde anneme karşı biriken amansız ve yıkıcı kini durdurmaya çalışıyorum.

Karşısında kim olduğunu bilmeden konuşuyor annem:
-Geçmişimde kötü şeyler yaşadım ben çok kötü. Belki diğer çocuğum için başıma gelenleri yutmalıydım, unutmaya çalışmalıydım, yaşamaya çalışmalıydım. Ama ben kendimi kandıramam ve ben acımı unutamam ve ben yüreğimdeki koca yarayı dağlayamam ve ben hayata karşı sığınılacak bir yerin olmadığını biliyorum, varmış gibi davranamam. Bu bir hak etme ya da hak etmeme sorunu bile değil, bu bir piyango, bu bir test değil, lanet olası bir trajedi, kimin başına geldiğinin önemi yok, iyi ya da kötü olmanın bir önemi yok, seçilmiş olmanın ya da seçilmemiş olmanın bir sonucu değil, diyorum ya sana, bu lanet olası sahnede, rastgele dağıtılan rollerden en acıklısının kura sonucu bana çıkması. Ben yeni doğan oğlunu kaybeden bir anne rolündeyim ve seni tanıyorum, merak etme. Kendi acıları yüzünden anne ve babasının terk ettiği minik kızsın sen, sana da bu rol biçilmiş. Ne zaman meydan okuyacaksın? Ne zaman baş kaldıracaksın? Ne zaman rolünü beğenmediğini ilan edeceksin ve de oynamak zorunda olmadığını? Sahneden ne zaman kendi isteğinle ineceksin? Bu dünyanın kederini, hüznünü ve acısını omuzlarında taşıyan milyarlarca temiz yüreklinin dağlanmış hayatlarının yanık kokusu geliyor burnuma ve sen onlardan birisin. Yanıyorsun, içten içe, dıştan dışa, minik kor alevleri sarmış bedenini ve zihninde zaten söndürülmesi neredeyse imkansız devasa bir yangın. Yanacaksan yan ve bitsin gitsin.

Yanıyor muydum? Bu deli kadın benim annem mi? Doğruyu mu söylüyor? Yanıyor muyum? Şuramda buramda minik kızarıklıklar, bunlar da neyin nesi? Kızarıklıklarım genişliyor, çok acıyor canım çok, gözyaşlarımın söndürebileceği bir yangın değil bu. Bu başkaldırışımın yangını, anarşik bir yangın bu. Gözyaşlarım yanaklarıma dökülemeden buhar oluyor, acımı ve kederimi hissederek yanıyorum, yokmuş gibi davranmadan, kolaymış, unutabilirmişim gibi davranmadan, zihnimi eğlemeden, oyalanmadan geçip gideceğim ve bir daha gelmemek üzere son kez yanacağım. Bana vadedilen cehennemi ilk ve son kez burada yaşayacağım. Saçlarımın kokusu geliyor burnuma, hayır bir saniye bile duraksamayacağım, 40 yılın üzüntüleri var o saçlarda, korkusu, yalnızlığı, üşümüşlüğü, bırak yansınlar o zaman. İlk ve son kez, ilk ve son kez diyorum ve sonrası vız gelir bana. Kimsenin cehennemle beni korkutamayacağı noktaya kadar yakacağım kendimi.

Cayır cayır yandım, yanışımın sesini duydum, gözümün önündeki parlak alevleri gördüm, yanan etin kokusunu duydum, acı ben oldum, sadece bir his olarak kaldım. Sonra o his de gitti, cennetin kapıları aralandı.

Esindaş

Hiç yorum yok:

Sayfalar