Ben ve Yine Ben


"Sıradan ve çok mutlu bir hayatım olabilirdi ama o zaman hikayem olmazdı, tohumu unutma, oraya girdiğinde sadece izleyene dönüşeceksin" demişti G. teyze, her şeyi bırakmadan bir kaç gün önce, bunu bir tek bana söyledi, bize misafirliğe geldiği bir gün, yalnız bulduğunda beni, önemsemeyip garipliğine yormuştum. Bu lafın ne demek olduğunu şu yaşımda yeni yeni idrak edebiliyorum. Huzuru bulduğunuz yerin bir kaç ay sonra seraptan öte bir şey olmadığını anladığınızda ya da o peşinden çok koştuğunuz mutluluğun bir yansıma olduğunu çok geçmeden öğrendiğinizde eninde sonunda kafanızdakilerle yüzleşmek zorunda olduğunuzu fark ediyorsunuz, mutluluğun ve huzurun zihninizin hangi kıvrımında ikamet ettiğini bulabilmek için çıktığınız yolda, artist olmadan geri dönebilmek neredeyse imkansız ve tüm karanlığınızı, korkularınızı, minik sevinçlerinizi, yüreğinizi yaptığınız şeye akıttığınızda ortaya çıkan eser gözünüze sizden bir şeymiş gibi gelmez çoğu zaman ya da daha doğrusu kendinizi ürettiğiniz şeyde bulamazsınız, tıpkı çocuklarınızın sizden çok farklı bireylere dönüşmesi gibi, yapıp ettikleriniz sizin çok az bir yüzdesini yansıtabilir ancak.

G. teyzede bizi çok korkutan bir şey vardı, sanki sinirine hakim olamayıp ortalığı her an velveleye verecekmiş gibi gergin bir yüz ifadesi olurdu, yerini de hiçbir zaman sükunete bırakmazdı o ifade. Saçları her daim kısa ve kıvırcıktı, kıyafetleri aşırı süslüydü ve makyajını eksik etmezdi. Evi derseniz, benim için bir saraydı. Eviyle ilgili aklımda kalan en önemli detaylardan biri vitray camlarıydı. Evin içi rengarenk ve desenli camlardan giren güneş ışığı ile neredeyse büyülü bir atmosfere bürünüyordu. Masal diyarlarındaki renk tonları gibi geçişken ve gölgeli, eşyaların renkleri alacakaranlıkta kalan bir gökkuşağı misali kırılganmışlarcasına gerçek dışı gözükürlerdi. Evin içiyse kendi hamarat elleriyle yaptığı el işi süslemeler, makrameler, danteller, örgü oyuncaklar, rengarenk kumaşlardan örtülerle bezeliydi ve nereye baksam hayal gücümü çalıştıracak bir kaç obje çarpardı gözüme. Garip bir mizacı vardı G. teyzenin ve gülümsemesinin altında dahi acı bir şeyler görürdünüz. Ondan ürksek de bayramlarda ziyaret etmeyi hiç ihmal etmezdik çünkü inanılmaz yaratıcı hediyeleriyle bizi şaşırtmasını iyi bilirdi. Bir keresinde hiç unutmam, minik renkli ve allı pullu torbalar koymuştu uzattığımız minik avuçlara. Her ne kadar içini açtığımızda hayal kırıklığına uğramış olsak da dünyanın en muhteşem hediyesini almış kadar sevinmiştik o bez torbalara. İçinde minik tohumlar vardı, ne tohumları olduklarıyla zerre kadar ilgilenmedik ne de olsa ne yenilebilirlerdi ne de yenebilen bir şeyleri satın alabilirdik onlarla. Torbalara ilgimiz geçince bir köşeye atıverdik.

G. teyzenin en az en kendisi kadar garipti kocası. Üç dört senede bir boşanırlardı ve tekrar evlenirlerdi, dönem dönem duyardık biz de büyüklerden gene boşanmışlar gene evlenmişler derlerdi zaten bir zaman sonra haber değeri bile kalmadı Bir gün mahalleyi terk edip gitti G. teyze, kimsenin nereye gittiğinden ve neden gittiğinden haberi yok. Endişeli komşular uzun zaman soruşturdu, bilindik bir kaç akrabaya danışıldı fakat tek bir haber alamadık ondan, çocuktuk ve unuttuk çok değil bir kaç ay sonra ki zaten baktığınızda çocuklara çok yakın olabilen bir karakter de değildi, zor olmadı unutmamız.

Aradan 50 yıl geçti ve ne zamandır benim aklımdan çıkmıyor, hikayesi neydi G. teyzenin? Bütün o yaratıcılığının altında ne yatıyordu? Hangi fırtınalar nerelere savuruyordu onu ve aklını? Kendi fırtınalarım arasında onu düşünmem de garip geliyordu bana. Gene böyle bir girdaptaymışcasına düşünceler arasında gidip gelirken aklıma tohumlar geldi. Onları bulabilmek adına saatlerce aradım evi, altını üstüne getirdim, bakılmadık dolap köşesi, açılmadık çekmece bırakmadım. En sonunda içinde ne olduğunu dahi bilmediğim bir çekmecenin içinde buldum bez torbayı. Hiç yıpranmamış gibiydi ne pulları ne de üzerindeki minik cam boncukları, rengi de solmamıştı, dikkatlice açtım, tohumlar oradaydı, çürüme alameti de yoktu, dikkatlice çıkarttım onları ve büyük bir özenle balkondaki boş saksılardan birine diktim.

Haftalar boyunca ilgilendim saksıyla. En sonunda 5. hafta sonunda minik bir filiz belirdi, nedensiz bir sevinç kapladı içimi, sanki tüm hayatım ona bağlıymışcasına bağlandım o küçücük canlıya. Her gün bir yaprak, bir yaprak daha, çok hızlı büyüyordu, büyük ihtimalle bir sarmaşıktı. Balkonda durmasına gönlüm razı olmadı ve onu yukarı kattaki bol güneş ışığı alan odalardan birine aldım. Büyüdükçe onu tanıdığım herhangi bir bitkiye benzetemedim, belki de tropik bir bitkiydi, yaprakları çok genişti, çiçekleri kıpkırmızı içi sıvıyla dolu kalpler gibiydi. Bir ay kadar sonra, yapraklar yok oldu ve kalpler o kadar büyüdü ki, odanın yarısını kaplamışlardı sanki. Haftalar sonra kalpler birbirlerine değip birleşmeye başladılar tek bir kalp kalana kadar birbirlerinin içine girdiler. Şimdi odada tüm odayı kaplayan tek bir kalp var ve ben onu izlemekten kendimi alıkoyamıyorum. Gözlerimin önünde kalbin içinden bir merdiven aşağı doğru sarkıyor ve bir kapı açılıyor. İçeriden gelen ışık huzmelerinin parlaklığı gözlerimi acıtıyor gene de merdivenlere yöneliyorum büyülenmiş gibi, ışığın kuvveti daha da çok artıyor, kollarımla gözlerimi kapatıyorum, kapının önündeyim şimdi,içeriye girmeme tek bir adım kaldı. Korkuyla karışık heyecan, tedirginlikle karışık merak, garip bir sevinçle karışık ürkeklik gibi zıt duygular yakıyor zihnimi fakat durmuyorum ve atıyorum o adımı.

Büyük devasa bir koltuğun üzerine oturmuş, üzerinde çeşitli görüntüler geçip giden büyük ekran bir tv ekranına bakan kadını görüyorum arkadan, önüne geçiyorum, kafasını kaldırıp bana bakmak zorunda kalıyor, sanırım o kadın benim, aynaya bakmış gibi hissediyorum bir an. Neyi izlediğini soruyorum "hayatımızı" diyor, ekranda yaşantımın kamera kaydı var, her anının. "Gel yanıma otur" diyor ve yanında bir koltuk beliriyor, oturuyorum. Kendimizi izliyoruz, tamamen bir yabancıymışcasına; tecrübeler, pişmanlıklar, acılar, kalp kırıklıkları, üzmeler, üzülmeler, ağlamalar, gülmeler, seçimler, doğru kararlar, yanlış kararlar. İzlerken ben ben olmaktan çıkıyorum ve hızla uzaklaşıyor geçmişim ve geçmişimin yarattığı karakter benden. Kim olduğumu bilmiyorum. Karakterim ve ben dediğim her şey yaşadıklarıma verdiğim tepkilerin bütünü ve bir zaman sonra beni gerçeğe karşı kör ve sağır eden bir duvar oluşmuş tepkisel olarak ördüğüm sinir ağlarından, bunu anlıyorum ve baraj yıkılıyor. Hikayemi anlatamam çok derin ve çok acı ama ben artık onun içinde yaşamıyorum sadece izliyorum, hayat hoş bir seda.

Esindaş

Hiç yorum yok:

Sayfalar