Ölümüne Bir Yarış


“Tanrım lütfen bu bir rüya olsun, bu bir rüya olsun, bu bir rüya olsun. Tanrım yardım et lütfen, lütfen, lütfen”.

“Ağlamayı bırak artık hadi. Kalk ayağa, belki kurtulabiliriz, düşünmemiz lazım, birlik olursak bir çıkış yolu bulabiliriz. Neden olmasın? Benim de moralim çok bozuk ama görüyorsun ya soğukkanlılığımı korumaya çalışıyorum”. Bir taraftan beni sakinleştirmeye çalışırken diğer taraftan da gözlerini benden saklıyordu. Ağlıyordu biliyorum, yapamayacağımızı o da benim kadar biliyordu fakat teslim olmaktan ziyade çırpınmayı tercih ediyordu.

Ben ise tamamen kaybetmiştim kendimi. Kadere mi ağıt yaksam tanrıya mı bilemiyorum –gerçi her ikisi de aynı şeye çıkmaz mıydı? Nasıl olmuştu da böylesine kötücül bir yarışmaya kendimi dâhil edebilmiştim. Son beş yıldır ülkede çok popüler bir yarışmaydı. 60 kadar insanı üç ay boyunca dış dünyaya kapalı bir alanda geniş kapsamlı bir eğitimden geçiriyorlar ve sonunda birinci olan insanı çok yüksek bir konuma getiriyorlardı; hayatı kurtuluyordu tabiri caizse.

İki aydır buradaydık ve bir şeylerin ters gittiğini ilk beş hafta içerisinde anlamıştık. Her hafta 5 kişi eleniyordu, son hafta ise 4 kişi elenecek böylece toplamda 59 kişi elenmiş olacaktı. Bu çok normaldi; elbette yarışmalarda insanlar elenecekti. Fakat böylesine bir yolla mı elenmeliydiler? Hayır, elbette ki hayır.

“Dinle beni Zeynep: Çitlerde bir boşluk gördüm, bence oradan kaçabiliriz dersten hemen sonra -eğer ki yeterince şanslıysak bugünün elenenlerinden değilsek tabi. Öğretmenler eleyecekleri kişileri kendi odalarına alıyor ve birkaç saat oldukça meşgul oluyorlar. Bizi fark etmeyebilirler. Sen ne dersin? Yardım et bana!”

Kaçış yolu bulabilmek için çaresizce zorluyordu zihnini. Böylesine bir trajedide insanın elinden ne gelir ki Tanrı dahi izlemeyi seçmişken hem de. Kimlerin eleneceğine dair belirli bir patern yok gibiydi; tamamen rastgele bir biçimde her hafta 5 kişiyi seçiyorlardı. En son sıra arkadaşımı almışlardı ki tek hatası derste yere kalemini düşürmek olmuştu.  Cevap veremedim Alev’e; cevap bekliyor muydu ki? Biliyordum ki en az o da benim kadar çıkışın olmadığına çoktan kanaat etmişti ve şimdi sadece boş bir çabalama içindeydi; karar verdiğimiz şeyi yapmamız gerektiğinin farkındaydı. Ah zihin! Ne zaman kurtardı ki insanı kendi zindanından ve ne zaman çözebildi bağlı tüm zincirleri canlılıkla ruh arasında? Ne zaman yardım edebildi acı çeken, acı çektirilen bir insana?

Olayları ben görmüştüm ve anlattığım tek kişi Alev’di. Meraklı bir tabiatım vardı; elenenlere en azından bir neden söylerler diyerek takip etmeye niyet ettim; çok zor ve stresli oldu fakat başardım. Öncelikle bir odaya aldılar çağırdıkları beş kişiyi ve tahta banka oturttular; ben o esnada hafif aralık kapıdan kalbim ağzımda izliyordum. Karşı bankta ise keçiler oturuyordu ve öylesine korkunç bir görüntüydü ki korkumdan neredeyse çığlık atmak üzereydim. Keçilerden biri-ki büyük ihtimalle en yaşlısı- gözetmen kadınlardan birine hafif bir baş işareti yapar yapmaz kadın orada öylece korkmuş bir şekilde bekleşen yarışmacıların üstüne iki bidon benzin döktü; onlar şaşkınlıktan hareket dahi edemezken üzerlerine yanan kibriti atarak tutuşmalarını sağladı. Tanrım! Tanrım! Gözümün önünde canhıraş haykırışlarla yanarak can verdiler.
Bu saçmalığın bir son bulması gerekiyordu. Bir müddet konuşmadan oturduk sonra bakışlarımız çarpıştı; yapılması gerekeni yapacaktık ve asla irademizi birkaç keçiye teslim etmeyecektik. Hayır, bunu kabul edemezdik; çaldığım benzin bidonunu elime aldım. Alev onaylayınca üzerimize döktüm ve çakmağı çaktım.

Esindaş

Hiç yorum yok:

Sayfalar